1994-1995 yıllarında hoşgörü, barış ve kardeşliği savunarak kurulmuş birçok grubu dolaşarak kendime uygun bir grup aramıştım. Merak ettiğim, söylemlerinde devamlı savundukları ve tavsiye ettikleri hoşgörü konusunda uygulamada ne durumdaydılar? Bunu nasıl ölçerim diye düşündüm ve kendimce bir yöntem geliştirdim.
Grupların toplantısına gidip, toplantı sonunda yeni gelenlere “Nereden duyarak geldiniz? Bizi nasıl buldunuz? Vb. dediklerinde, “bence konuştuklarınız saçma sapan şeyler. Hayal kırıklığına uğradım. Hepiniz okumuş makam sahibi insanlarsınız, burada ne arıyorsunuz anlamadım.” vb. sözler söylediğimde, Büyük bir çoğunluğu, çok kısa süre sonra kavgaya varacak derecede agresif bir karşı çıkış başlatıyorlar.
Ellerimi kaldırarak “lütfen müsaade edin açıklayayım” diyerek susturduktan sonra, en çok karşı çıkanlara “Kaç yıldır bu gruptasınız?” diye soruyordum. Genelde en az 4-5-8-10 yıl, cevabını aldıktan sonra, “Ben buraya hoşgörüyü öğrenmek, hoşgörüyü yaşamak için gelmiştim ama yıllardır gelmenize rağmen en ufak bir saldırıda neredeyse insanları dövecek duruma geldiniz. Buradaki hoşgörü eğitimi başarılı değil. Ben burada vakit kaybetmemeyim, bana müsaade” dediğimde, kısa bir şaşkınlığın ardından. Bu sefer tam tersine güzel sözlerle beni ağırlamaya çalıştılar. Sınanmamış, testten geçirilmemiş hoşgörü eğitiminden mezun olmuş hoşgörü temsilcilerinin hazin sonu.
Aynı durum, topluma inancı Tanrının hoşgörüsünü anlatmak için maaş alan din adamları içinde geçerli. Hoşgörü ve kardeşliğin savunucuları, uygulayıcıları hatta eğitmenleri olarak ortaya çıkan insanların her şeyden önce hoşgörünün en iyi uygulayıcıları olması gerekir. Eskiden, dergahlara eğitime alınan öğrencilerden başarısız olanlar dışarıya bırakılmaz dergahın ayak işlerinde kullanılırmış. Çünkü, bilindiği üzere, bir inanışa veya düşünceye en büyük zararı onu anlamadan anlatan yetersiz kişiler verir.
Yıllar sonra, Matrix filminde Neo’nun Kahin’in korumasıyla yaptığı kavga sonucu Neo kahinin korumasına “Biz ikimizde aynı taraftayken neden kavga ettik?” sorusuna, korumanın “Bir insanı tanımanın en iyi yolu onunla savaşmaktır.” demişti. Sorunları halletme şekliniz aslında sizin eğitiminizin de bire bir yansıması olmaktadır.
AFFETTİKÇE KURTULDUĞUNU VE KURTARDIĞINI MI ZANNEDİYORSUN?
Yıllardır yaygınlaşan AFFET furyasının Tavsiyesi ne? AFFET KURTUL!
Dikkat ederseniz bu MAĞDURLARA/KURBANLARA verilen bir tavsiye. Yani bu mağdurluğu yaratan suçlular ortalıkta dolaşmaya ve yeni mağdurlar yaratmaya devam ederken, biz mağdura AFFET KURTUL diyoruz. Acaba, bataklık ve sivrisinekler dururken sivrisineklerin soktuğu insanlara “bataklığı kurutmak yerine, dayanın çünkü bu sivrisinekleri siz istediniz, siz kodladınız, ses çıkarmadan katlanın!” mı diyeceğiz.
Diyeceksiniz ki, affedilmek bazen sağ duyulu suçluları da dönüştürür. Stendhal’ın Sefiller romanındaki gibi muhteşem örnekleri de vardır. Ama genelde tam tersi oluyor gibi.
Ben burada, AFFEDEN yerine AFFEDİLENE olayın gizli öznesi haline getirilmeye çalışılan, olayın diğer kahramanına dikkat çekmek istiyorum. Yani suçlulara. Bunlar da ikiye ayrılıyor;
Yaptığı zararların farkında olmayan affedildikçe suç işlemeye devam edenler. Biri bu kişiye verdiği zararı gösterene kadar devam edecektir.
Yaptığı zararın farkında olan ve affedildikçe, hoş görüldükçe daha büyük zararlar verenler. Şimdi dürüstçe soruyorum, herkes kendi hayatında bir düşünsün, “Hoşgörü gösterdiğiniz kişiler bunu genelde nasıl kullanıyorlar. Bir süre sonra saygısızlıklar başlamıyor mu?“ En başta gereksiz yere hoşgörü göstererek o canavarı Siz yaratmış olabilir misiniz? İşte hak etmeyene, hak etmeyen sevgiler, hoşgörüler ve affetmeler gösterirseniz farkında olmadan topluma zarar veren narsist kişiliklere yol açmış olabilir miyiz?
Bu nedenle, ben sadece affet değil AFFET & AFFETTİR diyorum. Zarar verenlere de zarar verdiklerinden özür dilemeyi tavsiye etmemiz gerektiğini düşünüyorum. AFFETTİR KURTUL..! Yaptığın sinsiliklerden, yalan dolanlarından pişmansan git özür dile, değilsen yaptıklarını bir daha düşün! gibi onu da sorgulamalara yöneltip dönüştürmeliyiz.
Yıllar önce arabamın arka koltuğunda unuttuğum çantam gece arabanın camı kırılıp çalındığında, karakoldaki polis, “Beyefendi, çantayı arka koltukta bırakarak hırsıza davetiye çıkarmışsınız” dediğinde biraz da hak vermedim değildi. Hak etmeyenleri affettikçe farkında olmadan “Arkadaşım sen devam et, biz seni her türlü affederiz” demiş olmuyor muyuz? Acaba, AFFET akımı SUÇLULAR tarafından yaygınlaştırılmış olabilir mi? (Dünya çapında düşünürsek kapitalizmin sömürdüklerini uyuşturmak, sakinleştirmek için…)
ONURLU VAZGEÇENLER diye isimlendirdiğim bir grup insan içinde çok uygun bir yöntem. Mücadele edemeyeceğin gücü affet KURTUL. Onurluca Vazgeç.
Galiba, hak edenleri affetmeli, Hak edenlerden de özür dilenmeli. Gereksiz hoşgörüler ve affetmelerle başkalarına zarar vermesine engel olmayarak, onun yeni günahlarına ortak olunmamalı.
Gelelim Dünya Barışıyla Suçluları dönüştürmenin önemine, Savaşları çıkaranlar mı, özür dileyip, zararı tazmin etmeye çalışarak kendilerini affettirmeli ve dönüşmeli? Yoksa, hayatları mahvolmuşlar mahvedenleri mi affetmeli? Haksızlıklara karşı, hakkını arayan bir toplum mu yaratacağız? Yoksa her türlü haksızlığa AFFET KURTUL mu diyen bir toplum mu yaratacağız?
İnsanların savundukları düşünceler ve yöntemler, kendi bilinçaltlarının bir yansıması ve ihtiyaçlarından doğduğu bilinen bir gerçek olduğuna göre. AFFET Kurtul diyenler, farkında olmadan geçmişte geride bıraktıkları kendi mağdurlarına mı seslenmekte; Ben özür dileyemiyorum, bak herkes herkesi affediyor. Sende BENİ AFFET mi demekteler. Affetmek, kişinin aynı eylemleri yapmasına devam etmesiyse affetmek katlanmak demektir.
Dikkat ederseniz, Tanrı bile af dileyip, tövbe edenlerden tövbesinin hakkını verenleri affedip cennetine gönderirken, hak etmeyenleri de affetmeyip Cehenneme gönderiyor!
Sözlerimi bu konuda söylenmiş en güzel sözlerden biriyle bitirmek istiyorum.
“Ceza görmemiş ilk suçtan daha cesaretlendirici bir şey yoktur.” (Marquis de Sade, The 120 Days of Sodom)
Aydın TÜRKGÜCÜ
Araştırmacı – Yazar
www.aydinturkgucu.net