Fıkra değil, gerçek.
O genç şimdi 75 yaşında ve sıradışı hikayesinin kitabını yazıyor. Bir yandan da o iki arkadaşını arıyor.
Galler’in başkenti Cardiff’te yaşayan Brian Robson henüz 19 yaşındayken göçmen işçi olarak Avustralya’daki Victorian Railways için çalışmaya gitmiş.
İki yıl ülkede kaldıktan sonra memleket hasreti ağır basmış ve evine dönmek istemiş. Ancak haftalık kazancı 40 sterlin, uçak bileti ise 700 sterlin.
Robson pek parlak denemeyecek bir fikir gelmiş aklına: Kendisini bir ahşap kutuya koydurup mal gibi göndertmek!
Birlikte çalıştığı iki İrlandalı arkadaşı, Paul ve John’dan yardım istemiş. Zor da olsa ikna etmeyi becermiş.
Ve Robson mini buzdolabı taşınabilecek büyüklükte bir kutuya konup çivilenerek Melbourne’den Londra’ya kargo olarak verilmiş.
Böylece epik yolculuk başlamış… Ahşap bir kutunun içinde bir bavul, bir yastık, bir şişe su, ihtiyaç gidermek için bir boş şişe, bir kitap ve bir el feneriyle…
Ancak işler hiç de Robson’ın umduğu gibi gitmez.
Uçak aktarma için Sidney’ye indiğinde kutunun üzerinde yazan alt-üst uyarılarının pek de dikkate alınmadığını anlar.
Uçak yeniden tekerlek koyduğunda kutudaki beşinci günüdür. Londra’daki yük deposundadır artık.
Daha doğrusu Robson öyle sanmaktadır.
Fenerini eline almaya çalışırken parmakları uyuştuğu için düşürür.
Dışarıdan konuşmalar duyar. Ancak bir sorun vardır: İnsanlar İngilizce konuşmaktadır, ama başka bir aksanla!
Kargo uçağındaki doluluk nedeniyle ‘paket Robson’ın rotası değişmiş, ABD’nin Los Angeles şehrine gelmiştir.
O yıllarda çıkan haberlere göre bilgisayar olarak etiketlenen kutudan ses gelmesi üzerine bir görevli üzerindeki delikten içeri bakar.
Ve Robson’la göz göze gelirler.
Adamın “İçinde biri var,” diye bağırması üzerine bir saat içinde etrafı FBI, CIA ve havaalanı güvenlik ekipleriyle sarılır.
Her şey bir yana günlerdir bacaklarını uzatamamıştır. Hastaneye kaldırılır. Sorgusunun ardından ‘şüpheli paket’ olmaktan çıkar salıverilir.
ABD’li yetkililer Robson’u uçakla evine gönderir. Bu kez kargo bölümünde değil, ‘insan gibi’ kabinde.
Nihayet evine döndüğünde oturup kendisine ‘yardım eden’ arkadaşlarına teşekkür mektubu yazar. Gerçi soyadlarını bilmiyordur arkadaşlarının. Nitekim cevap alamaz.
Robson geriye dönüp baktığında yaptığının aptalca olduğunu kabul ediyor: “Çocuklarım böyle bir şeye kalkışsa fena yaparım.”
Şimdi bir yandan bu müthiş yolculuğun hikayesini yazdığı kitabının piyasaya çıkacağı günü iple çekiyor, bir yandan da o iki arkadaşına ulaşmaya çalışıyor: “Onlara bir içki ısmarlamak istiyorum.”