Türkiye, önce 7.8 ardından 7.6’lık iki büyük depremle sarsıldı; Cumhuriyet tarihinin en büyük afetini yaşadı. Etkisi, merkez üssü Kahramanmaraş’ın yanı sıra Hatay, Adana, Gaziantep, Malatya, Batman, Bingöl, Elâzığ, Kilis, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Şırnak, Van, Muş, Bitlis, Hakkâri ve Osmaniye’de de yoğun bir şekilde hissedildi. 20 bini aşan can kaybı, on binlerce yaralı, 50 milyara yakın ekonomik kayıp var.
Yiten her bir can, bizim canımız; her insan birinin annesi, babası, kardeşiydi, canıydı kanıydı… Bu yıkım göz göre göre geldi. Bilim insanları yıllardır haykırıyordu, “Bu noktalara dikkat! Bu noktalara dikkat!” diye. Ancak hiçbir yönetici buna karşı önlem almadı. Sonuç ortada! Türkiye, 1999’dan sonra büyük bir deprem felaketi daha yaşadı. Hem de depreme karşı bir arpa boyu daha yol almadan! On binlerce hayatı karartarak…
Bu deprem bekleniyor muydu?
Dünyaca ünlü yer bilimci, Cambridge Üniversitesi’nden Prof. Dr. Dan McKenzie’yle 2018’de İTÜ’de bir araya gelmiş ve bir söyleşi yapmıştık. Kenzie, dergimizin 136. sayısında yer alan söyleşide şu ifadeleri kullanmıştı: “1939’dan bu yana Erzincan bölgesinde 7.5 ile 8 arasındaki bir büyüklükte depreme neden olabilecek 2,4 metrelik bir hareket birikti.”
Ertesi yıl ise Collège de France’den saygın bilim insanı Prof. Dr. Xavier LePichon’la İTÜ’ye gelmesi vesilesiyle konuştuğumuzda (HBT Sayı 193), sorunun sadece Ana Marmara Fayı’nda olmadığını, diğer fayların da tehlikeli olduğunu savunmuş ve “Sürpriz büyük depremler de olabilir” demişti. Yani bu deprem(ler) bekleniyordu.
“Beklenmeyen bir deprem değildi”
Yer bilimci profesörümüz Celal Şengör de Kahramanmaraş’ta 1910 ve 1941’de bu boyutta olmasa da büyük depremler yaşandığını ancak 1513’ten beri (500 yılı aşkın süredir) çok büyük bir depremin olmadığı ifade ederek bu deprem için “Beklenmeyen bir deprem değildi” demişti Fatih Altaylı’nın programında.
Şengör “Eğer Elâzığ’daki depremden sonra bu faylar üzerinde devamının gelmesi gerekiyordu. Bu büyüklükte bir deprem de bekleniyordu. Çünkü uzun süredir böyle bir deprem olmamıştı. Bu deprem, büyüklük olarak 1939 Erzincan Depremi’ne yakın geliyor.”
Deprem hangi faylarda oldu?
Bu deprem, Arap, Anadolu ve Adana levhalarının kesiştiği, üçlü eklemin olduğu Kahramanmaraş’ta gerçekleşti. İki fay arasındaki çökmüş alana graben deniyor. Hatay’da da böyle bir üçlü eklem noktası var. Yani depremlerin olduğu noktalarda iki ayrı kavşak noktası vardı. Depremler buradaki fayların kırılmasıyla gerçekleşecekti.
Bu depremin ilginçliğinin, üçlü eklem etrafında iki büyük depremi tetiklemesi olduğunu söyleyen Şengör, programda basit bir modelle iki büyük depremi anlattı. Yeşil levha Anadolu, mavi olan Anadolu ve kırmızı olan iki parçalık Arap levhası.
6 Şubat’ta ilk olarak Arap levhası aşağıya doğru kaydı, 7.8’lik deprem oldu. Anadolu levhası da oluşan boşluğun kapatmak için batıya doğru kaydı. 7.6’lık deprem meydana geldi. Yani söz konusu levha hareketleri iki büyük depreme neden oldu.
Solda Altaylı’nın parmağıyla işaret ettiği nokta Kahramanmaraş Ovası. Sarı olarak işaret koyduğumuz kısım ise 3 metrelik yanal atımı gösteriyor. Şengör, bu depremlerin, üçlü eklem açısından ders kitaplık bir örnek olduğunu dile getirdi.
Yeni tehlike var mı
Bölgedeki büyük deprem tehlikesi, maalesef bitmiş değil. Bu depremlerin, Akdeniz boyundaki fayları da etkileyebileceğini düşünen Şengör’e göre bu son hareketler, Doğu Anadolu fayının üzerine yeni bir yük bindirmiş oldu.
Arap levhasındaki hareket devam ettiği için de Adana bu hareket yüzünden hem sıkışıyor hem Doğu-Batı yönünde açılıyor. Adana ve Akkuyu (Mersin) taraflarında tehlike var! Hatta Şengör’ün bir modeline göre bu Antalya’yı bile etkileyebilir.
Sonraki büyük depremlere önlem almak için ne yapılmalı?
“Şimdiden önlem almak lazım; binaları, altyapıları kontrol edip sağlamlaştırmak lazım. Kurtarma ekiplerin kifayetli midir? Bir deprem olduğunda hastalara ve çocuklara nasıl ulaşacaksın, en önemlisi milleti nasıl doyuracaksın? Müteharrik (yer değiştirebilen) fırınlar, sahra hastaneleri bunların hazır olması lazım. Bunların yapılabilmesi için de planlama olmalı.
Bir de şu unutulmamalı; önlem alabilmek için önce bu olayların ne olduğunu bilmek lazım. Bu doğal bir olay. Tabiatı tanıman lazım. Tabiatı tanımak ilkokuldan başlar. Liselerden coğrafya dersini kaldırırsan karşına bu facialar çıkar. Coğrafya dersini kaldırmak cinayettir. Eskiden lisede jeoloji dersi vardı. Onu da kaldırdılar. Niçin kaldırıyorsun jeolojiyi? Üzerinde yaşadığın gezegen yahu!
Kısacası bu cehalet sürdükçe bizim depremlere karşı etkin tedbir almamız mümkün değil. Ben Japonya’ya gittiğimde orada bir alışveriş merkezinde çocuklara uygulamalı deprem eğitimi verilen kocaman bir alan vardı; daha 7-8 yaşında çocuklar sallama makinesinin içine giriyor, depreme dayanıklı ev ve maket volkan yapıyorlardı… Çocuk orada başlıyor eğitilmeye. Bunlar pahalı şeyler değil, Türkiye’de de rahatlıkla yapılabilir!”
Bunlar da Şengör’ün sözleri.
Sığ depremler neden daha yıkıcı oluyor?
21 Kasım 2022’de Endonezya, Batı Java’da 268 kişinin ölümü ve 22.000 binanın hasar görmesiyle sonuçlanan 5.6 büyüklüğündeki depremin en ilginç yanlarından biri, son birkaç on yılda Endonezya’da daha az ölüm ve maddi hasara neden olan diğer birçok depremden çok daha düşük büyüklükte olmasıydı. Peki ama nispeten düşük büyüklükteki bir deprem neden bu kadar yıkıcı olmuştu?
Uzmanlara göre bu kadar yıkıcı olmasının ana nedenlerinden biri, 10 kilometrelik sığ derinliğiydi. Bunların yeryüzü üzerindeki yıkıcı etkisi çok çok fazla. Derinliği 50 km ve daha fazla olan büyük depremlerde ise sismik dalgalar, insanlara ulaşmadan en az 50 km yol aldığı için sarsıntının yoğunluğu da azalıyor. Bu tür depremler, nadiren büyük ölümlere neden oluyor.
USGS’e göre 6 Şubat’ta Türkiye’de yaşanan son büyük depremlerin derinlikleri: 7.8’lik depreminki 17.9 kilometre; 7.6’lık depreminki ise 10 kilometre. Yani bunlar da sığ depremlerdi ve zaten büyüklükleri de çok fazlaydı.
17 Ağustos 1999 tarihli ve merkez üssü Gölcük olan depremin büyüklüğü 7.8 olarak ölçülürken derinliği 17 kilometreydi. Resmi rakamlara göre, bu depremde 18.373 kişi hayatını kaybetti, 48.901 kişi de yaralandı. 5.840 kişi ise kaybolmuştu.
Ardından 12 Kasım 1999’da yaşanan Düzce Depremi’nde ise büyüklük 7.2 ve odak derinlik 14 kilometreydi. Toplam 782 kişi hayatını kaybederken 2.678 kişi de yaralanmıştı. Bu depremlerin hem büyüklükleri fazla hem de derinlikleri yeryüzüne yakındı. Bu yüzden büyük tahribat yarattılar. Büyüklüğü bu depremlere göre düşük olan 23 Ekim 2011 tarihli Van Depremi ise 6.6 büyüklüğe sahipti ve 5 kilometre kadar yakın bir derinlikteydi. Bu yüzden bu deprem de yıkıcı olmuş, 644 canımız yitmişti.
Erken uyarı sistemi örnekleri: Meksika ve ABD
Meksika, 1985’te 8.1 büyüklüğündeki depremle sarsılmış ve 9.000’den fazla insan hayatını kaybetmişti. Aradan 30 yılı aşkın bir süre geçti ve Meksika bu sefer de 2017’deki iki büyük depremle sarsıldı.
Biri Puebla’da 7.1 diğeri de Chiapas açıklarında meydana gelen 8.2 büyüklüğündeki depremlerdi. Can kaybı ise 30 yıl öncekine göre çok azdı. Birinde 98 diğerinde 370 can kaybı yaşanmıştı. Peki ama ölüm sayısındaki bu çarpıcı düşüş nasıl olmuştu?
Ülkenin sismoloji otoritesi Centro de Instrumentación y Registro Sísmico (CIRES), etkili bir deprem erken uyarı sistemi (EEW) geliştirdi. 5.0’ın üzerindeki büyüklükleri bildiren sistem, okullardaki, devlet dairelerindeki ve TV ile radyo istasyonlarındaki özel alıcıların, yaklaşan sarsıntı uyarısını alması ve yayması yoluyla işliyor.
Bu uyarı sistemi, deprem bölgesindeki insanlara, önce 10 saniyelik bir zaman tanırken bugün geldiği noktada 60 saniye önceden haber verebiliyor. Bu da depremin yıkıcı etkilerinden kurtulabilmek için kritik önemde bir süre.
Buna benzer sistem ABD’de de var. MyShake ve ShakeAlert gibi telefon aplikasyonları, 5.0 büyüklüğünün üzerinde bir deprem gerçekleşmeden 20 saniye kadar önceden uyarı gönderebiliyor. Veriler, West Coast’un yukarısında ve aşağısında yer sensörleri bulunan ABD Jeolojik Etütleri ağından alınıyor. Tabi bu önceden bildirme süresi, deprem odağının yakınlığı ve uzaklığı vb ile ilişkili olarak artıp eksiliyor.
Kaynak: HTB