Aileden Okula ve Bilge Kutu’nun kurucularından psikolojik danışman Yelda Arslan, “kardeş ilişkilerini” Londra Gündem okurları için kaleme aldı…
Doğumu akabinde karmakarışık duygular hissettiğim, şimdiyse dünyalara değişmeyeceğim canım kardeşime ithafen…
Merhaba sevgili okur, uzun zaman oldu birbirimize temas etmeyeli…
Bu zaman zarfında deneyimlediklerim, okuduklarım, kafa yorduklarım, kaçınılmaz olan kendi değişim, dönüşüm sürecim derken, her biri kendi ritminde dans eden düşüncelerimi derleyip yazıya dökmek bugüne kısmetmiş.
Ne ilginçtir ki, sizi en son “ev” algınıza dair düşündürmüşüm; her birimizin ilk evinin anne rahmi olduğuna vurgu yaparak… Zihnim, bunca zaman üstüne sanki kaldığı yerden devam etmek istercesine, ana rahmini paylaştığımız “karındaşımız” ile ilişkimize dair yazmak istedim bu sefer de.
Geçenlerde Gabor Mate’nin kardeşlikle ilgili bir videosuna denk geldim. Kardeşlerin hiçbir zaman aynı ailede, aynı ebeveyn tarafından büyümediğini söylüyordu. Ebeveynlerin kişisel gelişimleri, çift ilişkileri ya da ekonomik durumlarının her bir çocukta farklılaştığını, çocukların mizaç özelliklerinin ebeveynin çocukla kurduğu ilişkiyi etkilediğini, çocuklarını eşit derecede sevseler bile farklı tarzda ilişki kurduklarını vurguluyordu videoda. Çok doğru…
Tüm bunlara anne karnındaki deneyimlerimizin farklılığı da eklenmeli diye düşünüyorum. Son köşe yazımda; “İlk evimizi annemizin rahmi olarak nitelendirirsek, doğal olarak ilk taşınmamızı da doğumumuz olarak adlandırabiliriz” diye ifade etmişim. 9 ayımızı geçirdiğimiz anne rahmindeki deneyimlerimizin farklılığı hayata tutunuşumuzu, ebeveynimizle olan ilişkimizi, birbirimizi algılayışımızı etkilediği gibi, doğum hikayelerimizdeki farklılıklar da benzer etkiye sahiptir. Bir de üzerine düşünülmesi gereken, kaçıncı çocuk olduğumuz meselesi var elbette. “İlk göz ağrısı”, “Tekne kazıntısı” ya da her ikisi arasında kalan, üstüne üstlük özel bir tanımlaması dahi olmayan “ortanca çocuğun” benzer hislerde olması mümkün müdür?
İlk çocuğun anne babasından aldığı sevgiyi, ilgiyi ve zamanı paylaşmak zorunda kalması nedeniyle kardeşine karşı hissettiği kıskançlık duygusu… Sonradan gelenin rekabet duygusuyla öndekine yetişme çabası… Tek çocukların akranlarıyla rekabete dayalı etkileşimden kaçınmaya meyilli olmaları tesadüf olmasa gerek… Her ne kadar anne babalar için zaman zaman stres verici olsa da, kardeşler arası yaşanan rekabet duygusu, hayatın diğer tüm alanlarındaki rekabet ortamı için önemli bir güç kaynağıdır. Çocuğa yenilgiyi tolere edebilme gücü verir, zorluklar karşısında kolay kolay pes etmemesini sağlar.
Bana kalırsa, yeryüzünde kardeşi olan kaç kişiysek, tıpkı parmak izlerimizin benzersizliği gibi, kardeşliğe dair hissedişlerimiz de o kadar benzersizdir. Dolayısıyla “bizim çocuk kardeşini çok kıskanıyor” cümlesi, özgün deneyimlerin aynı cümlede özdeşleştirilme halinden başka bir şey değildir.
Huzursuzluk, öfke nöbetleri, bebeksi davranışlara geri dönüş, içe kapanma, bozulan uyku düzeni, kardeşe yönelik zarar verici davranışlar, tırnak yeme, parmak emme, altına kaçırma, okula gitmek istememe vb. davranışların kardeş doğumu ile başlayıp sonrasına da sirayet ettiğini sıkça gözlemleriz. Ancak kardeş kıskançlığında titizlikle ele alınması gereken çocuğun salt olumsuz davranışları değildir! Kardeşe karşı gösterilen aşırı sevgi ve ilgi de, bizlere kardeş kıskançlığını düşündürmelidir. Zira ebeveynin sevgi ve ilgisini kaybetmeme adına çocuğun bilinçdışının geliştirdiği bir savunma mekanizmasıdır bu masum görünümlü pozitif eylemler.
Bu kadar çeşitli davranış biçimlerinden bahsedip yaşantının özgünlüğüne de vurgu yaptıktan sonra, kardeş kıskançlığı karşısında her sorunu çözen süper bir formül sunmak da gerçekçi olmayacaktır elbette. Ancak çocuklara ne iyi geliyor diye düşündüğümde, olmazsa olmaz gördüğüm birkaç noktayı paylaşmak isterim sizlerle…
Yanlış davranış diye bir şey vardır ancak, duygunun yanlışı olmaz. Dolayısıyla çocuğun duygusunun doğal olduğunu hissettirmek, onu bastırmadan ya da yok saymadan konuşulabilir kılmak ve duygularını anlamlandırmalarına yardımcı olmak çok kıymetlidir.
Bir diğer önemsediğim konu da; kardeşini kıskanan çocuğun duygu regülasyonuna destek olmak niyetiyle, her istediğini yapmak, ötekini yok sayarcasına birine daha çok zaman ayırmaya çalışmak, birbirleri ile kıyaslamak ve daha çok sevildiğine dair gizli söylemlerden kaçınmak gerekir. Zira ebeveynin ihtiyacı olana ihtiyaç duyduğu ilgiyi gösteren adaletli tutumu, uzun vadede çocukları aile ortamında daha güvende hissettirecektir.
Son olarak da birbirlerine ciddi boyutta sözel ya da davranışsal bir zarar verme olmadığı taktirde, durumu onlar adına hemen çözmek yerine, biraz geri çekilip sorunlarını çözme sorumluluğunu onlara vermekte fayda vardır.
Özetle, “ne onunla ne onsuz” diye tanımlanabilecek eşsiz bir deneyim katar yaşantımıza kardeş… Sadece bu idraka varmamız biraz zaman alır…
Psk. Dan. Yelda ARSLAN